Blog

Kitle Hareketleri: Mao’nun Değişime Yönelik Sosyalist Stratejisi

Patika Kitap Kolektifi tarafından Türkçeleştirilen bu makalede, Sosyalizmi Yeniden Düşünmek kitabının yazarları, Çin’in sosyalist inşa dönemindeki kitle hareketlerinin rolünü inceliyorlar. Sosyalizm tarihinin bu eleştirel muhasebesi, yarının sosyalizmlerinin bürokratikleşme ve tepeden inmecilik gibi eğilimlere karşı nasıl bir yol tutturabileceğine dair tartışmalar için de önemli bir temel sunuyor. 

[1992 yılında kaleme alınan ve ilk kez 1995’te Mao Zedong Thought Lives, Volume 1, Essays in Commemoration of Mao’s Centennial (ss. 215-229) içinde yayımlanan bu yazının çeviride esas alınan versiyonu için bkz. Pao-yu Ching ve Deng-yuan Hsu (2021). “Mass Movements: Mao’s Socialist Strategy for Change.” İçinde Pao-yu Ching, Revolution and Counterrevolution: China’s Continuing Class Struggle since Liberation (ss. 97-113) (Gözden geçirilmiş 2. basım). Paris: Foreign Languages Press. Çeviri için yazardan izin alınmıştır. Yazarların buradaki bazı tahlillerini daha ayrıntılı bir biçimde açtıkları, Türkçeye de kazandırılmış bir çalışma için bkz. Deng-yuan Hsu ve Pao-yu Ching (2022). Sosyalizmi Yeniden Düşünmek: Sosyalist Geçiş Nedir? (Çev. Onurcan Ülker) İstanbul: Patika Kitap.]

Pao-yu Ching ve Deng-yuan Hsu

Türkçesi: Taylan Akarsu

Mao Zedong’un önderliği altında Çin, sosyalist geçiş döneminde benzersiz bir deneyim yaşamıştır: Çin Komünist Partisi (ÇKP), 1949 ile 1978 yılları arasında bir dizi kitle hareketine öncülük etmiştir. Hatta öyle ki, bu dönemdeki tüm büyük dönüşümlere kitle hareketleri eşlik etmiştir: Toprak reformu, “Üç Karşı Çıkış” ve “Beş Karşı Çıkış” hareketleri, 1950’lerin başındaki Sağcılık Karşıtı Hareket, 1958’deki Büyük İleri Atılım ve 1966–1976 yıllarında arasındaki Kültür Devrimi, hep kitle hareketlerini temel almıştır. Bu makale, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk otuz yılında kitle hareketlerinin hangi bağlamda ve ne şekillerde sosyalist bir değişim stratejisi işlevi gördüğüne odaklanmaktadır.

Bu on yıllardaki kitle hareketleri hakkında zamanla iki karşıt görüş ortaya çıkmıştır: Bir görüşe göre, bu hareketler Mao tarafından, rakiplerini itibarsızlaştırmak amacıyla kışkırtılmış yapay hareketlerdir. Bu bakış açısına göre kitle hareketleri, Çin’in üretici güçlerinin geliştirilmesi için harcanması gereken zamanı ve enerjiyi boşa harcamıştır. Bu görüş, günümüzde Çin’deki mevcut rejim tarafından da yaygın biçimde savunulmaktadır. Nitekim Deng Xiaoping ve destekçileri, 1979 yılında “reform” sürecini (yani revizyonist politikaları) başlattıklarında Parti destekli tüm kitle hareketlerini de askıya almışlardı.

Buna karşılık biz, Parti’nin önderlik ettiği kitle hareketlerinin ÇKP ile kitleler arasındaki bağı canlı tutmuş olduğunu düşünüyoruz. Bu kitle hareketlerinin her biri, Çin toplumuna o anda damga vuran başat çelişkiye ifade olanağı sağlamış, aynı zamanda da bu çelişkiyi çözme sürecine dönüşmüştür.[1] ÇKP, kitleleri çelişkilerin çözümü için harekete geçirdiğinde Parti, toplumsal dönüşümde sürekli değişimin aracı olmuştur. Hareketlere katılım, işçilerin ve köylülerin bilincini yükseltmiş, onlara yeni ideolojiyi özümseme olanağı sunmuştur. 1949–1978 arasında Çin’deki tüm büyük ekonomik, siyasi ve ideolojik değişimlere kitle hareketleri eşlik etmiştir. Ayrıca başlıca devlet politikalarının doğruluğu, işçiler ve köylüleri seferber ederek örgütlenen bu hareketlerde defalarca kez sınanmıştır.

Herhangi bir iktidar partisinin kitle hareketlerine öncülük etmesi olağandışı bir durumdur; çünkü yetkililer, genellikle, bu hareketlerin kargaşayla sonuçlanmasından veya bizzat doğrudan hedef hâline gelmekten korkarlar. Ancak Çin’de kitle hareketleri, sosyalist demokrasinin elverişli birer aracı olmuş, hatta bürokrasinin yapısal katılığını dengeleyen yegâne güç işlevi görmüştür. Bu makale, meseleyi bu bakış açısından analiz edecektir.

1979’dan itibaren Deng ve destekçileri, “Reform” adı verilen çerçeve içerisinde birbirine uyumlu bir dizi projeyi kararlılıkla uygulamaya koymuşlardır.[2] Tamamı kapitalist nitelikteki bu projeler yasalar, kararnameler ve idari emirler —yani kitlelere yukarıdan dayatılan birtakım yasal düzenlemeler — aracılığıyla hayata geçirilmişlerdir. Mesela 1979’da “reformcular” (yani Çin’in revizyonistleri) Anayasa’yı değiştirerek işçilerin grev hakkını ve ifade özgürlüğünü kaldırmışlardır.[3] Daha sonra da devlet işletmelerinde kalıcı istihdam sistemini ortadan kaldıran Sözleşmeli Çalışma Yasası’nı geçirmişlerdir.[4]

Deng’ın reformları, böylece, Çin toplumunda birçok yeni çelişki yaratmıştır. Parti bürokratları ile kitleler arasındaki çelişki, başat çelişki hâline gelmiştir. Kitle hareketi olmadan bu çelişkilerin ifade edilmesi — hele de çözülmesi — mümkün değildir. Nitekim 1989 baharında bu çelişkiler, Çin’in büyük kentlerinde öğrencilerin gösteriler düzenlemesine neden olmuştur. Milyonlarca kent sakini de hoşnutsuzluklarını dile getirmek üzere onlara katıldığında, Deng rejimi orduya müdahale emri vermiş ve bu, 4 Haziran Tiananmen Katliamı’yla sonuçlanmıştır.

Kitle Hareketlerinin Maddi Temeli

Devrim-sonrası bir toplumu inceleme yöntemleri, herhangi başka bir toplumu inceleme yöntemlerinden farklı değildir. Mao, gelişme yasasına dair iki farklı dünya görüşü olduğunu belirtmiştir: Metafizik dünya görüşü ve materyalist-diyalektik dünya görüşü. “Çelişki Üzerine” adlı makalesinin başında bunu şöyle açıklıyordu:

“[Metafizik bakış açısına sahip olanlar], evrendeki her türden farklı şeyin ve onların bütün özelliklerinin ilk oluştukları zamandan bu yana tamamen aynı olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre, kapitalist sömürü, kapitalist rekabet, kapitalist toplumun bireyci ideolojisi ve buna benzer şeyler köleci toplumda ve hatta ilkel toplumda dahi görülebilir ve bunlar sonsuza kadar değişmeden kalacaklardır.”[5]

Buna karşılık, materyalist-diyalektik dünya görüşü gelişmeyi zıtların birliği olarak görür. Yani tüm şeylerin gelişim sürecinde çelişki vardır. Çelişkinin zıt kutupları sürekli olarak dönüşür ve bu dönüşümden de yeni bir süreç doğar. Bu yeni süreç, eski sürecin tekrarı değil, niteliksel bir değişimdir. Mao, şöyle ayrıntılandırıyor:

“Bu diyalektik dünya görüşü bizlere birincil olarak farklı şeylerdeki zıtların hareketini gözlemlemeyi ve analiz etmeyi, buradan hareketle bir analiz temelinde çelişkileri çözümleyecek yöntemlere işaret etmeyi öğretir. İşte bu yüzden şeylerdeki çelişkinin kanununu kapsamlı bir şekilde öğrenmek bizim için en önemli şeydir.”[6]

1949’dan sonra devrim-sonrası Çin’deki çelişkiler, kitle hareketlerinin maddi temelini oluşturmuştur. Kitle hareketleri de bu çelişkileri çözmenin sosyalist stratejisi olmuştur. Peki, 1949’dan sonra Çin’deki çelişkiler nelerdi? Bu çelişkilerden hangileri sürecin farklı gelişme aşamalarında başat çelişki hâline gelmişti? ÇKP iktidarı ele geçirdikten sonra, bu soruların acilen yanıtlanması gerekiyordu. Bir tarafta Mao, diğer tarafta ise Liu Shaoqi ve Deng Xiaoping, bu meseleye dair temelde farklı yaklaşımlara sahipti.

ÇKP iktidara gelip de üretim araçlarını kamulaştırdığında, Liu ile Deng, başat çelişkinin artık “ileri sosyal sistem” ile “geri kalmış üretici güçler” arasında olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Bu görüş, 1956’daki “ÇKP 8. Ulusal Kongresi Kararı”nda da ifade edilmişti.[7] Dolayısıyla Liu’ya (ve sonradan Deng’a) göre üretim araçlarının mülkiyeti hukuken devlete geçtikten sonra ÇKP’nin temel görevi, kendini üretici güçlerin geliştirilmesine adamaktı.

Mao ise toplumsal sistemin (üretim ilişkileri dâhil) hâlâ ileri olmaktan uzak olduğunu söylüyor, gerek ekonomik temel içerisinde gerek de ekonomik temel ile üstyapı arasında çelişkilerin varlığını sürdürdüğünü savunuyordu.[8] Toprak reformunun ardından feodal ideoloji ekonomik temelini yitirmiş olsa da Mao, bunun hâlâ varlığını sürdürebilecek kadar güçlü olduğuna inanıyor, meydan okunmazsa da kolayca yeni ekonomik temele sızabileceğini düşünüyordu. Öte yandan Liu (ve sonraları Deng), üretici güçleri, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişkide baskın unsur olarak gören politikalar uyguluyor – ya da en azından uygulamaya çalışıyordu.[9] Mao, bu mekanik anlayışı sert bir biçimde eleştiriyordu:

“…üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişkide üretici güçler başat yönü teşkil eder; teori ve pratik arasındaki çelişkide pratik başat yönü teşkil eder; ekonomik altyapı ve üstyapı arasındaki çelişkide ekonomik altyapı başat yönü teşkil eder ve bunların göreceli durumlarında bir değişiklik yoktur. Bu diyalektik materyalist bir anlayış değil, mekanik materyalist bir anlayıştır. Doğrudur, üretici güçler, pratik ve ekonomik altyapı genel olarak başat ve belirleyici rolü oynarlar ve bunu reddeden materyalist değildir. Ancak şu da kabul edilmelidir ki; belirli koşullarda, üretim ilişkileri, teori ve üstyapı kendilerini başat ve belirleyici role sahip olarak ortaya koyabilirler. Üretim ilişkilerinde bir değişim olmaksızın üretici güçlerin gelişmesinin imkânsız olduğu bir durumda, üretim ilişkilerindeki değişim başat ve belirleyici rolü oynar.” [10]

Yani Mao, üretim araçlarının mülkiyetinin devlete devredilmesiyle ekonomik temel ve üretim ilişkilerinin dönüşümünün tamamlandığına veya “ileri” hâle geldiğine ikna olmuş değildi. Tam tersine, ekonomik temel içinde ve ekonomik temel ile üstyapı arasında çelişmelerin varlığını sürdürdüğünü vurguluyordu. Ekonomik temel içerisinde de üretim ilişkilerinin kimi zaman çelişkinin başat unsuru olabileceğine inanıyordu; ona göre üretim ilişkilerinde daha fazla değişiklik gerçekleşmezse, üretici güçler de gelişemezdi. Ayrıca Çin toplumunun dönüşümünün ekonomik, politik ve ideolojik olmak üzere tüm cephelerde mücadeleler gerektirdiğini savunuyordu; bu mücadelelerin her biri farklı zamanlarda belirleyici rolü oynayabilirdi. Üretici güçler de ancak bu çelişkilerin çözülmesiyle gelişebilirdi.

Mao’nun sosyalist inşa anlayışı, aslında devrimci savaş anlayışından pek de farklı değildi. Uzun süreli halk savaşı boyunca Mao, nihai zaferin üstün silahlara sahip olanlar tarafından kazanılacağını hiçbir zaman düşünmemişti. Askerî zaferin, siyasal, ekonomik ve ideolojik alanlarda sabırlı ve dikkatli çalışmaya bağlı olduğuna savunmuştu daima. Ona göre askerlerin, evvela devrimin nedenlerini anlamaları gerekiyordu; ancak o zaman gerçek devrimciler hâline gelebilirlerdi. Benzer şekilde, sosyalist inşa döneminde de Mao, ekonomik gelişmenin politik ve ideolojik mücadelelerden ayrılamayacağını düşünüyordu. Emekçilerin, çabalarının hedeflerini ve nedenlerini kavramaları hâlinde, uzun ve zorlu ekonomik inşa sürecine gönüllü olarak katılacaklarına inanıyordu.

Çin toplumunun gelişimi konusunda Mao ile Liu arasındaki görüş farklılıkları, tarımda kolektifleştirme ile makineleşme arasındaki ilişkinin niteliğine ve bunlardan hangisinin öncelenmesi gerektiğine dair yaklaşımlarında çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmektedir.

Liu’ya göre bütün çaba üretici güçlerin geliştirilmesine adanmalıydı. Dolayısıyla, tarımda kolektifleştirmenin koşulları da ancak makineleşme sağlandığında, yani Çin yeterli miktarda çelik üretip traktör ve diğer tarımsal makineleri imal edebildiğinde olgunlaşacaktı. Liu, üretici güçler gelişmeden kolektifleştirmeye gitmenin başarısızlığa mahkûm olduğunu iddia ediyordu.

Mao ise gelişmiş üretici güçler olmadan da tarımın kolektifleştirilmesinin mümkün olduğunu savlıyordu. Ona göre Çinli emekçilerin enerjisi ve coşkusu gelecekteki gelişmenin motoruydu. Köylülerin, seferber edilerek küçük üretici bilincini aşmaları sağlanırsa, daha geniş ölçekte örgütlenmiş üretimin olanakları doğacaktı. Nitekim alt-kademe (temel) kooperatifler üst-kademe (ileri) kooperatiflere dönüştüğünde ve bu da, daha sonradan, Halk Komünlerinin kuruluşuna zemin hazırladığında, köylüler küçük toprak parçalarını bir araya getirerek makineleşmeye hazırlık için gerekli altyapıyı inşa edebilmişlerdi.[11] Köylü üretim takımlarının, ortak emekleriyle, her sene dişinden tırnağından artırarak oluşturdukları birikim fonu da devletten makine ve araç-gereç satın almalarını sağlıyordu. Ayrıca işçi-köylü ittifakı temelinde, tarım aletlerinin üretimi, sanayileşme planında öncelikli kılınmıştı. Bu ittifak, ÇKP’nin sınıfsal duruşunu açıkça yansıtıyordu. Bu sınıfsal duruş olmaksızın sanayileşme, tıpkı sonradan Deng döneminde yıllar boyu gözlemlendiği üzere, tarım makineleri yerine daha kârlı projelere yönelirdi. Neticede kolektifleştirme sürecinde yoksul ve orta-alt köylüler, yaşamlarının kontrolünü ellerine aldılar. Zengin ve üst-orta köylülerle aralarındaki çelişkide de güç dengesi tersine döndü; yoksul köylüler baskın hâle gelirken, zenginler ikincil konuma düştü. Çelişkinin iki yönü birbirine dönüşerek toplumda yeni bir gelişme süreci yarattı.

Aslında Çin toplumuna ilişkin temelde farklı bu iki analiz, Mao ile Liu’nun ÇKP’nin rolünü nasıl değerlendirdiklerini de belirlemiştir.

Liu’nun bakış açısına göre, ÇKP’nin temel görevi üretici güçlerin geliştirilmesiydi. Bu gelişmeyi hızlandırmak için Liu, ÇKP’nin ekonomik büyüme için istikrarlı bir ortam yaratması, yeni teknolojiyi teşvik etmesi ve teknik kadroların uzmanlığına dayanması gerektiğini düşünüyordu. Komünizm ruhunu güvence altına almak için de Parti üyelerinin belirli ahlaki ilkeleri takip ederek kendilerini “arınmış” kılmaları gerektiğini savunuyordu.[12]

Mao ise tarihi yaratanın kitleler olduğunu, toplumun dönüştürülmesinde onların coşkusunun ve enerjisinin belirleyici olduğunu düşünüyordu. ÇKP’nin değişimin katalizörü olabilmesi için kitlelerle yakın bağını sürdürmesi, onları harekete geçirmesi ve enerjilerini toplumdaki çelişkilerin çözümüne yönlendirmesi gerekiyordu. Mao’ya göre Parti üyeleri, mücadeleye katılmadan, kitlelerle etkileşime girmeden ve kitlelerin eleştirisini kabul etmeden kendilerini dönüştüremezlerdi. Eğer Parti üyeleri kitlelerin üstünde ayrıcalıklı, seçkin bir grup hâline gelirse, Parti güvenilirliğini kaybeder ve artık kitle çizgisinde değişimin aracı olamazdı. Bu durumda ÇKP, üretici güçleri geliştirmeye yönelik politikalar izlese bile proletaryanın öncüsü olma iddiasını kaybederdi. Ayrıca Parti’nin işçilerin ve köylülerin çıkarlarını temsil iddiası, ancak onların sınıf çıkarlarını destekleyen sürekli değişimlere öncülük etmesi hâlinde gerçeklik kazanabilirdi.

 

Kitle Hareketleri: Somut Örnekler

Mao, [Çin toplumundaki] hangi çelişkinin farklı zamanlarda başat çelişki hâline geldiğini saptayıp ortaya koyabiliyordu. Tıpkı devrimci savaş döneminde yaptığı gibi, kurtuluşu takip eden otuz yıllık gelişim süreci boyunca da başat hâle gelen çelişkileri çözmek için uygun strateji ve taktikleri geliştirmeye çalışmıştı.

Kurtuluştan kısa süre sonra Mao, “Dört Bir Yana Yumruk Sallamayalım” (6 Haziran 1950) başlıklı yazısında, toprak reformunun tamamlanmamış olduğunu ve Guomindang (GMD) kalıntılarının, gizli ajanların ve diğer gerici güçlerin hâlâ varlığını sürdürdüğünü belirtiyordu. Bu nedenle, bu aşamada başat çelişki hâlâ Çin halkı ile toprak ağası sınıfı ve diğer gerici unsurlar arasındaydı. Dolayısıyla, ulusal kapitalistlere cephe alıp saldırmanın henüz zamanı gelmemişti. Toprak reformu, az sayıdaki toprak ağası ile topraksız köylüler ve tarım işçileri arasındaki çelişkiyi çözerek işçi-köylü ittifakını güçlendirecekti. Fakat iki yıl sonra, toprak reformunun tamamlanmasının ardından, Mao şöyle yazacaktı:

“Toprak ağası sınıfının ve bürokrat-kapitalist sınıfın alaşağı edilmesi sonucunda, işçi sınıfı ile milli burjuvazi arasındaki çelişme Çin’deki baş çelişme durumuna gelmiştir; dolayısıyla bundan böyle milli burjuvazi bir ara sınıf olarak tanımlanmamalıdır.”[13]

ÇKP, 1949’da kentlerde Guomindang bürokrat sermayesini kamulaştırdıktan sonra sanayi, madencilik, ulaştırma ve iletişimdeki üretken varlıkların da %80’ini kamulaştırmıştı. Ancak yeni halk hükümeti, günlük işleri yürütmek için hâlâ on binlerce bürokrata bel bağlamak zorundaydı. Bu eski Guomindang yetkilileri, yolsuzluklarıyla ve iktidarı kötüye kullanmalarıyla nam salmışlardı. Halk, bunlardan etiyle kemiğiyle tiksiniyordu. Dahası, üst düzey bazı Parti yetkilileri arasında da yolsuzluk ve israf vakaları rapor ediliyordu. Bu durumun devam etmesi hâlinde, kısa süre önce gerçek iktidarı eline almış olan Parti üyeleri kolayca yeni burjuva bürokratlar hâline gelebilir ve ellerindeki gücü kötüye kullanarak iktidara yapışabilirlerdi.

Bu durum karşısında Parti, “Üç Karşı Çıkış” Hareketini başlattı; hedefi yolsuzluk, israf ve bürokrasiydi. Hareket, rüşveti ve diğer yolsuzlukları açığa çıkarmak için tüm düzeylerdeki devlet görevlilerini ve kentlerdeki geniş halk yığınlarını seferber etti. Suç işlemiş olanlar, suçlarının ağırlığına göre cezalandırıldı. Cezalandırılanlar arasında Japon Karşıtı Savaş ve Kurtuluş Savaşı’nda büyük katkılar yapmış üst düzey iki Parti yetkilisi, Liu Qingshan ve Zhang Zishan da vardı. İnşaat ve başka işlerden büyük komisyonlar alarak kamu fonlarından yüklü meblağları zimmetlerine geçirmişlerdi. Yüksek konumlarına ve önceki hizmetlerine rağmen Liu ve Zhang hükümet tarafından korunmadı, ikisi de idam edildi.[14]

Kamuya karşı işlenen yolsuzluklar özel kapitalistlerin iştiraki olmaksızın mümkün olmadığı için “Üç Karşı Çıkış” Hareketi, aynı zamanda, kamu mallarının çalınması ve diğer ekonomik suçlar bağlamında yozlaşmış devlet görevlileri ile özel sektör arasındaki işbirliğini de açığa çıkarmıştı. Bazı özel kapitalistler, Kore Savaşı’nın sağladığı fırsattan istifade ederek devlet sözleşmelerinde hile yapıp yasadışı kârlar elde ediyor ve istediklerini almak için devlet görevlilerine rüşvet verebiliyorlardı. “Üç Karşı Çıkış”ın hemen ardından Parti, rüşvet, vergi kaçakçılığı, kamu mallarının çalınması, hükümetle yapılan sözleşmelerde sahtecilik ve iktisadi bilgilerin çalınmasını hedef alan “Beş Karşı Çıkış” Hareketini başlattı. Özel sermayenin kısa süre içinde devlet işletmelerine katılacak olması ve bunun devlet bürokratlarıyla özel kapitalistler arasında daha yakın bir işbirliği gerektirmesi nedeniyle, geçmişle köklü bir kopuşu sağlamak adına bu kampanyalar gerekli ve yerindeydi. Çünkü bu aşamada, Çin halkı ile devlet yasalarını ihlâl eden yozlaşmış görevliler ve kapitalistler arasındaki çelişki başat çelişki hâline gelmişti. Bu çelişki çözülmeden kamulaştırmaya ilerlemek mümkün değildi. Bu hareketlerde, yozlaşmış memurlar ve kapitalistler arasındaki suç unsurları karşı taraf olarak konumlandırılmıştı.

Bu noktada, bir kitle hareketinde “karşı tarafı belirlemenin” ne anlama geldiğini açıklamak yararlı olabilir. Mao’ya göre bir kitle hareketinin amacı, nihayetinde toplumdaki başlıca çelişkileri çözmektir. Toplumdaki her çelişkinin iki tarafı da nesnel olarak mevcuttur. Mao şöyle açıklıyordu bu durumu:

“Örneğin sağcılar baştan beri mevcuttur; fakat onları teşhir edip etmemek bir politika meselesidir. Biz onları teşhir etmeye ve karşı taraf olarak konumlandırmaya, emekçi halkı onlarla tartışmaya ve mücadele etmeye sevk ederek onları alt etmelerini sağlamaya kararlıyız. … Diğer türde olan ise doğada kendiliğinden var olmayanı içerir. Bunun bazı maddi koşulları vardır. Örneğin bir baraj inşa etmek için yapay araçlarla bir karşı taraf belirleyebiliriz. Su seviyesini yükseltip akışı sağlar ve düşüşe neden oluruz; böylece enerji üretimini ve taşımacılığı mümkün kılarız.”[15]

Benzer biçimde, bir kitle hareketinde karşı tarafı belirlemek, toplumsal değişim için ortaya çıkan enerjiyi ve coşkuyu yönlendirebilir. Karşı taraf hiç belirlenmediğinde yahut bu doğru bir şekilde odak noktasına alınmadığında, kitle hareketinin yarattığı enerji çoğu kez farklı yönlere dağılır ve sonunda sönümlenir; son birkaç on yılda Batı toplumlarındaki birçok kendiliğinden kitle hareketinde tanık olunan şey tam da budur.

Yozlaşmış görevliler ve suç işleyen kapitalistler ile kitlelerin kin ve öfkesi toplumda nesnel olarak mevcuttu; bunlar uydurma ya da hayal ürünü değildi. Ancak kitle hareketleri, halkın değişime katılabilmesi için gerekli iklimi yaratmıştı. Bu hareketler olmaksızın insanlar durum karşısında kendilerini güçsüz hissedeceklerdi. Öfke ve kırgınlıkları, hayal kırıklığına ve umutsuzluğa dönüşecekti.

Gelgelelim neredeyse dört milyon insan, mektuplar yazarak ve bildiklerini ifşa ederek “Üç Karşı Çıkış” Hareketi’ne katıldı; bu yolla da devlet görevlilerinin yozlaşmasını, israfını ve bürokratikleşmesini açığa çıkardılar.[16] Kitleler, sorunların çözümüne bizzat katıldıkları ölçüde daha coşkulu hâle geldiler. “Üç Karşı Çıkış” ve “Beş Karşı Çıkış” hareketleri, kitlelerin yardımıyla yeni hükümetin sıkı bir denetim uygulayabileceğini gösteriyordu. Parti, bir örnek teşkil ederek, devlet görevlilerini ve özel kapitalistleri, her daim kitlelerin gözetimi altında hareket etmeye ve eylemlerinden dolayı hesap vereceklerini kabul etmeye zorlamış oldu.

Dahası, halkla olan çelişkilerinde, devlet görevlileri (ve onların tüccar işbirlikçileri) tarihsel olarak her zaman çelişkinin başat ya da baskın yönü olagelmişti. Kitle hareketleri ise devlet görevlilerini başat olmayan yahut ikincil tarafa dönüştürüyor, aynı zamanda halkı başat yahut baskın taraf hâline getiriyordu. Bunun sonucunda da tamamen yeni bir ideoloji doğmuştu ve bu ideoloji, halkın kitle hareketlerine katılım konusundaki uzun yıllara dayanan deneyimlerinden süzülüp bugünlere dek gelmiştir. Nitekim 1989 yılının ilkbahar ve yaz aylarında Pekin’de ve Çin’in diğer büyük kentlerinde gösterilerin patlak vermesine sebep olan şey, yine öğrencilerin ve emekçi kitlelerin üst düzey devlet görevlilerinin iktidarı kötüye kullanmalarına karşı hissettikleri ses yükseltme ihtiyacı olmuştur.

Bir kitle hareketinde karşı tarafı belirlemek, baş çelişkinin kapsamlı bir biçimde anlaşılmasını ve bu anlayışın operasyonel düzeyde pratiğe aktarılabilmesi becerisini gerektirir. Bu son derece zorlu bir görevdir. Nitekim bu dönemde Çin toplumu ekonomik olarak geliştikçe, kitleler arasında farklı çıkar grupları ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu nedenle, diğer çelişkiler (baş çelişkiye kıyasla tali olmalarına rağmen) farklı çıkarlara sahip bu gruplar için çok önemli hâle gelmişti. Örneğin, zengin ve yoksul komünler arasındaki çelişkiler, komün içindeki üretim tugayları arasındaki çelişkiler, işçiler ile köylüler arasındaki çelişkiler ve işçiler ile aydınlar arasındaki çelişkiler bu dediğimize örnekti. Dolayısıyla mücadele daha karmaşık bir hâl alıyordu artık, karşı tarafı tespit etmek de giderek zorlaşıyordu. Bu, Kültür Devrimi’nin son dönemlerinde hizipçiliğin neden bu kadar geliştiğini de kısmen açıklar. Hizipçilik geliştiğinde grup çıkarları sınıfsal çıkarların üzerine yerleştirilmiş ve bu da hareketi esas amacından uzaklaştırmıştır.

Çin’de uygulanan toprak reform programı, yalnızca devletin toprak tapularını toprak ağalarından alıp köylülere dağıttığı türden bir toprağın yeniden dağıtımı politikası değildi. Aksine bu da ekonomik, politik ve ideolojik değişim için ÇKP’nin önderlik ettiği bir kitle hareketiydi.[17] Bu süreçte ÇKP, esas olarak yoksul ve alt-orta köylüleri seferber etmiş ve onları, sınıf düşmanından —yani toprak ağalarından ve bir ölçüde zengin köylülerden— toprakları almaya ve onların suçlarını açığa çıkarmaya yönlendirdi. Toprak reformunun ana aktörleri olarak köylülerin coşkusu da bütün kırsala yayıldı. Toprak reformu, edilgen olan köylüleri etkin katılımcılara dönüştürdü ve bu insanların eylemleri, nihayetinde, toprak reformunun ötesine geçerek, hemen ardından gelen kooperatif hareketine ulaştı.

Toprak reformu boyunca köylüler yeni bir ideolojiyi benimser olmuşlardı. Kurtuluştan önce Çinli köylüler daima sömürüye maruz kalmış ve acı çekmişlerdi; ancak bütün bunlar —tıpkı diğer sömürücü toplumlarda ideolojilerin her zaman yaptığı gibi — feodalizmin ideolojisiyle meşrulaştırılıyordu o dönem. Yeni ideolojiyi dile getirip benimseyen kitle hareketi ise artık eski ideolojiyi yerle bir ediyordu. Yeni ideoloji, toprak ağaları ve zengin köylülerin yoksul ve alt-orta köylülerin emeğiyle var ettiği ürünlere el koymasının yanlış olduğunu öğrettiği gibi, ayrıcalıklı, güçlü bir azınlığın dezavantajlı çoğunluğu köleleştirmesinin ve istismar etmesinin yanlış olduğunu da vurguluyordu. Toprak reformu, yoksul köylülerin ilk kez kendilerini ifade etmelerine imkân veren bir ortam yaratmış, köylüler arasında da kendini ifade etme eğilimini doğurmuştu. Köylüler nihayet düşüncelerini dile getirmeye cesaret ettiklerinde, bazı toprak ağaları tarafından işlenen ağır suçlar açığa çıkarılmıştı. Müsadere, toprak ağası ile köylü arasında kurulan egemen–bağımlı şeklindeki iktisadi ilişkiyi değiştirmişti; yeni ideolojinin benimsenmesi ise, toprak ağası–köylü (ya da efendi–serf/üst–alt) ilişkisinin yönünü tersine çevirmişti.[18] Toprak reformuna kitlesel katılım, topraksız köylülerin geçmişteki haksızlıkları telafi etme kararlılığını güçlendirmiş, onların coşkusunu ateşlemiş, toprak reformu programını tamamlamalarını ve hatta daha öteye taşımalarını olanaklı kılmıştı.

Yukarıdaki analiz, Halk Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında gerçekleşen üç kitle hareketini yalnızca ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Bu hareketleri daha iyi anlayabilmek için daha dikkatli ve ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç vardır. Dahası, esasında Halk Cumhuriyeti’nin ilk yirmi yılı boyunca gerçekleşen en önemli ve en tartışmalı iki kitle hareketini incelemek ve analiz etmek gerekmektedir: Yani Büyük İleri Atılım’ı ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni.

Liu’nun ve Deng’ın perspektifinden bakıldığında Büyük İleri Atılım tam bir felakettir, Kültür Devrimi ise Çin’in ekonomik bir süper güç olma fırsatını yok etmiştir. Mesela yakın zamanda yaptığımız bir sohbette, Çin’de faaliyet gösteren bir iş ortaklığının üst düzey bir yöneticisi, işçileri yönetme konusundaki hayal kırıklığını dile getirmişti bize. Kültür Devrimi olmasaydı Çinli işçilerin de Japonya’daki meslektaşları kadar itaatkâr olacaklarını, yöneticilerin daha yüksek verimlilik için işçilere baskı yapabileceklerini ve böyle böyle de kişi başına düşen mevcut üretimi iki katına çıkarabileceklerini söylemişti. Öte yandan bizim bu iki meseleye yaklaşımımız farklıdır. Bizce, Büyük İleri Atılım gerçekleşmemiş olsaydı kooperatif hareketinin sürmesi, nihayetinde de bunun komünlerin oluşumuna zemin sunması mümkün olmazdı. Dahası, Kültür Devrimi olmasaydı da Deng’ın reformları henüz 1960’lı yıllarda ve pek az dirençle hayata geçirilmiş olurdu. Böylesi bir durumda, kapitalist dönüşümü tersine çevirme fırsatı sonsuza dek kaybedilmiş olacaktı.

 

Kitle Hareketleri: Sosyalist Değişim Stratejisi

On yıllar süren silahlı mücadele boyunca ÇKP, daima kitlelerle omuz omuza çalışmıştı; Çin’in yeni-demokratik devrimi de işçilerin ve köylülerin tam desteğiyle 1949’da ülke çapında zafere ulaşmıştı. Balıkların ancak suyun içindelerse hayatta kalıp yüzebilecekleri ve gelişip büyüyebilecekleri benzetmesini kavrayan halk ordusu, kitlelerin arasında kaldığı sürece varlığını koruyabilmiş, savaşmayı sürdürebilmiş ve nihayetinde de zafer kazanabilmişti.

Ne var ki ÇKP, iktidarı ele geçirdikten sonra, varlığını koruyabilmek için (en azından kısa vadede) artık doğrudan kitleler ile arasındaki bağlara muhtaç değildi. Parti öylesine yüksek bir prestij elde etmişti ki üyeleri, Çin’in uzun feodal tarihinde iktidarı ele geçiren ve yeni hanedanlıklar kuranların sahip olduğu ayrıcalıkların aynılarını kolayca talep edebilirdi. Bu bağlamda Mao, ÇKP’nin kitlelerle yakın bağlarını sürdürmesinin ve değişimin temsilcisi olmaya devam etmesinin tek yolunun kitle hareketleri olduğunu kavramıştı. Dahası kitle hareketi, kitlelerin görüşlerini dile getirebilecekleri ve hoşnutsuzluklarını ifade edebilecekleri açık bir tartışma ortamı da sağlıyordu; bu hareketler aracılığıyla Parti üyelerinin ya da diğer yetkililerin herhangi bir yanlış uygulaması veya iktidarı istismarı eleştirilebiliyordu. Kitle hareketi aynı zamanda, Parti üyelerinin ve diğer yetki sahiplerinin gerçekten de kitle çizgisini uygulayıp uygulamadığını sınayan bir araç işlevi görüyordu.

Kitle çizgisi, “kitlelerden kitlelere” sloganıyla ifade edildiği üzere, kadroların kitlelerin düşüncelerini ve kaygılarını öğrenmek için ellerinden geleni yapmaları gerektiği anlamına geliyordu. Kadrolar, kitlelerle konuşmaya, araştırmalar yapmaya, hatta zaman zaman onların arasında yaşamaya teşvik ediliyordu. Bu bulgular ÇKP’nin toplumsal koşulları incelemesine ve o dönemin başat çelişkisini belirlemesine yardımcı oluyordu. Böylece çelişkiyi çözmek için gerekli politikalar formüle edilebiliyordu. Politikaları uygulamak için kadrolar, yeniden kitlelerin arasına dağılıp bu politikaları açıklamaya teşvik ediliyordu. Politika uygulama süreci ise yeni fikirlerin yayıldığı ve önemli meselelerin tartışıldığı bir kitle hareketini içeriyordu. Eğer politikalar gerçekten kitlelerin çıkarlarını gözetiyorsa, kitle çizgisi ilkesine göre, kitleler eninde sonunda bu politikaları benimseyeceklerdi. Geçmişteki kitle hareketleri, hükümet politikalarını doğrulamak için yegâne fırsatı sağlıyordu. Kitleler tarafından bu şekilde onaylanan politikaların başarılı olma şansı daha yüksekti. Ancak “kitlelerden kitlelere” ilkesinin pratiğe geçirilen hâli, birçok durumda, tanımlanan idealle tam olarak örtüşmüyordu. Kadrolar, kitlelerden görüş ve fikir almak yerine, çoğu kez kendilerini yukarıdan gelen emirleri uygulamakla görevli kişiler olarak görüyorlardı. Kadroların bu tutumu da komutacılığı ve bürokratizmi güçlendiriyordu.

İşçilerin ve köylülerin, siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan önemli meselelerin açıkça tartışıldığı ve görüşüldüğü hareketlere katılımı, sosyalist geçiş döneminde Çin’de demokrasinin çok önemli bir biçimiydi. Kitle hareketinde, demokrasinin sosyalist biçimi olarak dört da [büyük] uygulamaya geçirilmişti: daming (büyük konuşma), dafang (büyük açıklık), dabianlun (büyük tartışmalar) ve dazibao (büyük karakter posterleri). Kitleler, bu dört yolla görüşlerini açıkça ifade edebiliyorlardı.

O yıllarda Çin’deki kitle hareketlerine ilişkin Batı’daki yaygın görüş, genellikle fikir ve görüşlerin bastırılmasını vurgulamıştır. Bu yaklaşım tamamen yanlış değildir; gerçekten de kitle hareketleri sırasında kitlelerin lehine olmayan fikir ve görüşler çoğu kez bastırılmıştır. Örneğin toprak reformu sırasında, toprak ağaları bir sınıf olarak saldırı altındayken, bazı tekil toprak ağalarının iyi işlerinden söz etmek, hareket için zararlı görülüyordu. (Bununla birlikte Parti, bireyler bağlamında iyi ve kötü toprak ağaları arasında ayrım yapmaya devam etti; yalnızca ciddi suçlar işlemiş olanlar cezalandırıldı.) Daha önce belirtildiği gibi, kitle hareketi sırasında bir çelişkinin iki yönü birbirine dönüşür. Yeni bir ideolojinin yaratılması bu dönüşümde önemli rol oynar. Bir ideolojinin sınıfsal tavır açısından tarafsız olabileceği olsa olsa bir efsaneden ibarettir. Kendi çıkarları için mücadele eden emekçi kitlelerin sınıfsal tavrı, işçi sınıfından taraf olan bir ideolojinin yaratılmasını ve benimsenmesini destekler. Bu durum, işçi ve köylülerin sınıf bilincinin yükseltilmesinde ve bunların yeniden üretiminde hayati öneme sahiptir.

Bununla birlikte kitle hareketlerinin, kitlelere belirli bir ideolojiyi kabul ettirmek için kullanılması meselesini de ele almak zorundayız. Süreci eleştirenler, kitle hareketleri sırasında fikirlerin çoğu kez yukarıdan kitlelere dayatıldığını ve bu fikirlerin kitlelerin sorun ve kaygılarıyla pek az ilgisi olduğunu ileri sürerler. Bu eleştiri makuldür. İşçi ve köylü kitleleri, gerçeklikten kopuk fikirlerin anlamını kavramakta, bunları benimsemekte ve kendi düşünceleri olarak sahiplenmekte zorlanmışlardır. Kültür Devrimi’nin son dönemlerinde görülen bu gibi durumlar, muhtemelen diğer kitle hareketlerinde de ortaya çıkmıştır. Böyle zamanlarda, açık tartışma ve münazara ortadan kalkmış; bunun yerine, zihinler telkinle doldurulmaya başlanmış ve “kitlelerden kitlelere” uygulaması terk edilmiştir. Marksizm ve Leninizm’in yorumlanması da dogmatik hâle gelmiştir. Bununla birlikte, sırf bu hataları önlemek için kitle hareketlerinden tamamen vazgeçilmesi gerektiği sonucuna varamayız. İşçilerin ve köylülerin bu hatalardan öğrenmelerinin tek yolu, pratik ve mücadele yoluyla olacaktır. Tekrar eden pratik ve mücadele sayesinde, işçiler ve köylüler nesnel dünyaya ilişkin daha yerinde bir kavrayış elde edeceklerdir.

1979 yılında Reform başladığından bu yana, reformcular kendilerine “yeni” bir ideoloji benimseyegelmişlerdir. Öncelikle “büyük [ortak] bir kaptan yemek yemek tembelliği besler,” “demir pirinç kâsesi verimsizliğe yol açar” ve “bırakın önce birkaç kişi zengin olsun” gibi fikirler öne sürmüşlerdi. Daha sonra da reformcular, sözleşmeli çalışma sisteminin kabul edilmesini teşvik ederken, Halkın Günlüğü de bu yeni sisteme övgüler düzmüştü; resmî söylem, bu sistemin işçilerde kriz ve güvensizlik duygusu yaratarak onları daha sıkı çalışmaya motive edeceğini ilân etmişti. Fakat bu düşünceler, Çinli işçiler için hakaret gibiydi; hâliyle de reformcular bu fikirleri kitle hareketi yoluyla, fikirlerin tartışılıp münazara edilebileceği bir ortamda sunmaya cesaret edememişlerdi. Bunun yerine, bu tür görüşler, reformun propaganda aracı işlevi gören Parti denetimindeki medya yoluyla yayılmıştı. Nasıl ki Deng’ın reform politikaları kitle hareketlerince onaylanmaksızın yasal süreçlerle dayatılmışsa, Reform sürecinde propagandası yapılan ideoloji de kitleler tarafından kabul edilmemiştir. Buna karşılık, Çin’deki sıradan halk arasında birçok ilginç şiir ve tekerleme dolaşıp durmuştur; bunlar, kitlelerin ne düşündüğünü daha samimi biçimde yansıtmaktadır. Bu modern halk şiirlerinde ve tekerlemelerinde dile getirilen ideoloji ise, resmî propagandanın tam tersidir.

1989 ilkbaharında gösteri için sokağa çıkan öğrencilerin ve kent sakinlerinin en büyük kaygılarından biri, üst düzey hükümet yetkililerinin yolsuzluklarıydı. Reform, yolsuzluk için yeni fırsatlar açmıştı, çünkü tek tek işletmelerdeki yetkililere kendi işlerini yönetmede daha fazla özerklik tanıyordu. Pek çok bürokrat, bu fırsatı, “kendi” işletmelerinde elde edilen “kârlarla” kendilerini ödüllendirmek için kullanmaya başladı. Böylece de yönetsel güçlerini maddî servete tahvil ettiler. Ayrıca bazı üst düzey hükümet yetkilileri, devlete ait mülkleri akrabalarının adına kurdukları kendi özel şirketlerine dönüştürdüler ve böylece çok daha büyük miktarlarda para kazandılar. Üst düzey yetkililer, çok kademeli fiyatlandırma sisteminden de yararlanarak ürünlerini yasal olarak belirlenmiş fiyatların üzerinde, yasadışı yollardan satarak fazladan “kâr” elde ettiler.

Reformun çok önemli bir bileşeni, Çin ekonomisini dış ticarete ve yabancı yatırımlara “açmaktı.” Bireysel işletmeler, ihracat fırsatlarını araştırma ve yabancı sermaye ile ortak girişimler kurma konusunda inisiyatif almaya teşvik edildi. İhracatı teşvik etmek adına, ihracat planına sahip işletmelere gerekli ekipman ve hammaddeleri ithal edebilmek için resmi döviz kurlarına erişim hakkı tanındı. Bu iki katmanlı (ve bazen üç ya da daha fazla katmanlı) fiyat sistemi ve çoklu döviz kuru düzenlemeleri, rüşvet ve vurgunculuk için verimli bir zemin oluşturdu. Ancak yalnızca iktidarda olanlar bu fırsatları kullanabildiler, neticede de kendilerini ve akrabalarını zenginleştirdiler. Bu uygulamalar, kendileri de ayrıcalıklı bir gruba mensup olsalar dahi, insan kayırmacılığı adil bir davranış olarak görmeyen üniversite öğrencileri arasında derin bir öfke yarattı.

Mao döneminde olduğu gibi yolsuzlukla mücadele kampanyaları başlatmaya yönelik bir kitle hareketi olmadan, bugünkü hükümetin yolsuzluktan arınması pek de olası değildir. Genellikle rüşvet, kamu fonlarının zimmete geçirilmesi, kayırmacılık ve vergi kaçakçılığı gibi olayları en iyi bilenler ise alt düzey hükümet çalışanlarıdır. Özellikle kent merkezlerinde, yöneticilerin iki ayrı muhasebe defteri tuttukları iyi bilinir: Biri merkezî hükümetin vergi incelemeleri için, diğeri kendi kullanımları için. Ayrıca bu yöneticiler, keyfî harcamalarını saklayacakları özel hesaplar da tutarlar. Geçmişte kitle hareketleri, bu yozlaşmış bürokratları ifşa edebiliyordu; zira alt düzey işçiler ve sıradan halk onlara karşı ses çıkarmaya cesaret edebiliyordu. Bugün de olası herhangi bir kitle hareketi, iktidardakiler için muazzam bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle mevcut rejim hiçbir kitle hareketi örgütlememiş, aksine tabandan örgütlenmiş hareketlerin tümünü bastırmıştır.

Sosyalist geçiş döneminde en kritik mesele, doğrudan üreticilerin üretim araçları üzerinde daha fazla denetim elde edip edemeyeceğidir. Çin gibi azgelişmiş bir ülkede mesele, aynı zamanda işçi-köylü ittifakının pekişip pekişmeyeceğini de kapsar. Parti’nin öncülük ettiği kitle hareketleri bu kritik meselenin bir parçasıdır; çünkü geçmişte bu hareketler, işçilere daha fazla temsil hakkı veren ve işçi-köylü ittifakını pekiştiren politikaların hayata geçirilmesinde sosyalist stratejinin kilit unsuru olmuştur. Eğer bu yazıda bahsi geçen kitle hareketleri olmasaydı Liu ve Deng, kapitalist projelerini 1979’dan çok önce başarıyla uygulayabilirlerdi. Fakat Mao’nun önderliğinde ÇKP, 1949 ila 1976 arasında Çin’deki çelişkileri sürekli olarak çözen bir dizi kitle hareketine öncülük etmiştir. Bu ise, Çin toplumunda köklü ve niteliksel değişimlere yol açmıştır. Bu değişiklikler, işçilerin ve köylülerin reformlara karşı kararlı direnişi sebebiyle reformcuları tedirgin etmiştir. Kentlerdeki ayaklanmalar 1989’da şiddetle bastırıldıktan sonra bile, Çin kırsalında çok sayıda aleni ayaklanma yaşanmıştır. Reformlar “derinleştikçe” bu, daha fazla çelişki yaratacaktır. Başat çelişki ise, giderek, az sayıdaki üst düzey Parti yetkilisi ve hükümet bürokratı ile Çin halkının geniş kitleleri arasındaki çelişki olarak kendini ortaya koyacaktır.

Dipnotlar: 

[1] Mao’ya göre: “Karmaşık bir şeyin gelişim süreci içerisinde pek çok çelişki mevcuttur ve bunlardan biri zorunlu olarak, kendi mevcudiyeti ve gelişimi diğer çelişkilerin mevcudiyet ve gelişimlerini belirleyen ya da etkileyen başat çelişki olmalıdır.” Mao, ayrıca bunu örneklendirerek daha ayrıntılı bir açıklama da yapıyordu: “Örneğin, kapitalist toplumda çelişki içerisindeki iki güç, proletarya ve burjuvazi başat çelişkiyi oluşturur. Kalıntıları kalmış feodal sınıf ve burjuvazi arasındaki, küçük köylü burjuvazisi ve burjuvazi arasındaki, proletarya ve küçük köylü burjuvazi arasındaki, tekelleşememiş kapitalist ve tekelci kapitalistler arasındaki çelişki, burjuva demokrasisi ve burjuva faşizmi arasındaki çelişki, kapitalist ülkeler arasında ve emperyalizm ile sömürgeleri arasındaki çelişki gibi diğer çelişkiler bu başat çelişki tarafından belirlenir ya da etkilenir.” Bkz. Mao Zedong (2013). “Çelişki Üzerine.” İçinde Felsefi Yazılar (ss. 51-98) (Çev. Y. D. Tan ve S. Jabban). İstanbul: Patika Kitap, s. 78.

[2] Kapitalist projelerin amacı, kapitalizme geçişi sağlamaktır. Bu projeler, kapitalist üretim ilişkilerini (ve üretim araçlarının sahipleri ile doğrudan üreticiler arasındaki yöneten-yönetilen ilişkisini) tesis etmenin ve genişletmenin somut yöntemleridir. Kapitalist projelerin uygulanması, eninde sonunda doğrudan üreticilerin üretim amaçları ve kendi emeklerinin ürünleri üzerindeki herhangi bir denetimini ortadan kaldıracaktır. Kapitalist projelerin tam tersi olan sosyalist projelerin amacı ise, doğrudan üreticilerin üretim araçları ve kendi emeklerinin ürünleri üzerinde denetim sahibi olacakları ve bölüşümün, kapitalist projelerde olduğu gibi sermayenin büyüklüğüne göre değil, emek miktarına göre gerçekleşeceği sosyalizme geçişi sağlamaktır. Sosyalist projeler, proletaryanın uzun erimli sınıfsal çıkarlarını geliştirmek üzere tasarlanmış projelerdir ve bu, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sözde sosyal refah programlarından farklıdır. Çin tarihi göstermektedir ki, yalnızca proletarya tarafından idare edilen bir devlet aygıtı sosyalist projeleri hayata geçirebilir.

Ne var ki, 1978 öncesi sosyalist geçiş esnasında, kapitalist geçiş taraftarı sınıf güçleri, kapitalist projeleri ilerletme yönündeki çabalarından asla vazgeçmemişlerdir. Bu sınıf güçleri kendi çıkarlarının temsilcilerini de çoğu durumda ÇKP içinde yetkili konumlardakiler arasından bulmuşlardır. Sosyalist geçiş sırasında üretim ilişkileri içindeki çelişkiler, şayet çözülmeden bırakılırsa, kapitalist sınıf güçlerini kuvvetlendirir. Çin’de gerçekleşen şey, kapitalist sınıf güçlerinin, nihayetinde Parti ve devlet aygıtını ele geçirmesi olmuştur. Kaldı ki Çin’de, Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne dek gelen sınıf mücadelesi, sosyalist projeler ile kapitalist projeler arasındaki rekabette vücut bulmuştur. Kapitalist projelerin hedefi sosyalist projelerin hedefinin tam tersi olduğu gibi, kapitalist projelerde uygulama yöntemi de sosyalist projelerdekinden büyük oranda farklıydı. Deng’ın reformunda kapitalist projelerin uygulanması, önce yasal tedbirlerin alınmasını ve ardından bu tedbirlerin tepeden aşağıya, bireysel üretim birimlerine doğru dayatılmalarını içeriyordu. 1949-1978 yılları arasında sosyalist projelerin uygulanması ise kitlelerin iradesinin test edildiği, doğrulandığı ve açıkça ifade edildiği kitle hareketleri vasıtasıyla gerçekleşmişti. Öyle ki, geçmişteki kitle hareketleri, kitlelerin benimsediği yeni bir ideolojiyi yaratmıştı. Aslında her iki dönemde de söz konusu projelerin hayata geçirilmesinde ideolojinin üretim ilişkilerini değiştirme konusundaki rolüne vurgu yapılmış ve medyada bir taktik olarak propagandaya başvurulmuş olsa da bu iki süreç arasında temel farklılıklar mevcuttu. Çünkü önceki dönemde (hem de ta en sonuna dek), kitlelerin kendilerini açıkça ifade etmeleri teşvik edilirken, Deng’ın reformları altında bu tür kendini ifade yöntemleri bastırılmıştı. 1978 öncesinde, dört da [büyük] — daming, dafang, dabianlun ve dazibao — bu ifadenin somut yöntemleriydi. Deng’ın grubu devlet aygıtını ele geçirip de 1979’da Anayasa’yı değiştirdiğinde, dört da ve işçilerin grev hakkı da yasaklanmıştı.

[3] Pao-yu Ching ve Deng-yuan Hsu (2021). “Labor Reform: Mao versus Liu and Deng.” İçinde Pao-yu Ching, Revolution and Counterrevolution: China’s Continuing Class Struggle since Liberation (ss. 63-88) (Gözden geçirilmiş 2. basım). Paris: Foreign Languages Press.

[4] A.g.e.

[5] Mao Zedong, “Çelişki Üzerine,” a.g.e., s. 53.

[6] A.g.e., s. 57.

[7] “Çin Komünist Partisi Sekizinci Ulusal Kongre Kararı,” içinde ÇKP Sekizinci Ulusal Kongresi, s. 16.

[8] Mao Zedong (2013). “Halk Arasındaki Çelişkilerin Doğru Ele Alınmasına Dair.” İçinde, Felsefi Yazılar (ss. 129-178) (Çev. Y. D. Tan ve S. Jabban). İstanbul: Patika Kitap, ss. 142-144.

[9] Mao, bir çelişkinin iki yönü hakkında şöyle diyor: “İki çelişkili yön içerisinde biri başat, diğeri ise ikincildir. Başat yön çelişki içerisinde başrolü oynayan yöndür. Bir şeyin doğası, temel olarak bir çelişkinin başat yönü, baskın konumu kazanmış olan yön tarafından belirlenir.” Ardından, şu şekilde devam ediyor: “Ancak bu statik bir durum değildir; bir çelişkinin başat ve başat olmayan yönleri birbirlerine dönüşürler ve bir şeyin doğası da buna tabi olarak değişir. Verili bir süreçte ya da bir çelişkinin gelişiminin verili bir aşamasında, A başat yöndür ve B başat olmayan yöndür; bir başka aşamada ya da bir başka süreçte ise roller değişir – bu değişim bir şeyin gelişimi boyunca her bir yönün bir diğeri ile olan mücadelesindeki gücünün yükselişi ya da düşüşü kapsamında belirlenir.” Bkz. Mao Zedong, “Çelişki Üzerine,” a.g.e., ss. 80-81.

[10] A.g.e., s. 84.

[11] William Hinton, Shenfan, New York, Random House, 1983, Bölüm III.

[12] Liu Shaoqi, “Komünistlerin Ahlâki İlkeleri Üzerine.” Bu, Liu tarafından 1937 yılında yapılan ve 1939’da Kurtuluş, No.81 ila 84’te yayımlanan bir konuşmadır. Daha sonra 1962 yılında Halk Yayınevi tarafından kitap formatında da yayımlanmıştır.

[13] Mao Zedong (1993). “Çin’deki Baş Çelişme Burjuvazi ile İşçi Sınıfı Arasındaki Çelişmedir.” İçinde Seçme Eserler Cilt V. İstanbul: Kaynak Yayınları, s. 88.

[14] Bo Yibo, Bazı Önemli Siyaset Kararlarına ve Olaylara İlişkin Hatıralarım Cilt 1, ÇKP Parti Okulu Yayınları, 1991, ss. 148-151.

[15] Mao Zedong, “Speech at the 2nd Session of the 8th Party Congress (3).” İçinde Selected Works of Mao Zedong, Vol. VIII, Foreign Languages Press, Paris, 2020,ss. 112-113.

[16] Bkz. Mao Zedong (1993). “‘Üç Kötülüğe’ ve ‘Beş Kötülüğe’ Karşı Mücadele.” İçinde Seçme Eserler Cilt V (ss. 71-77). İstanbul: Kaynak Yayınları.

[17] William Hinton, Fanshen: A Documentary of Revolution in a Chinese Village, New York, Vintage Books, 1966.

[18] Dahası, toprak ağası sınıfının üyeleri oy kullanma haklarını yitirmişlerdi. Bu yolla da siyasete katılımları engellemişti. Bu nedenle, tıpkı diğer hareketlerde olduğu gibi, mücadele iktisadi, siyasal ve ideolojik olmak üzere her üç cephede birden yürütülmüştü.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You may use these HTML tags and attributes:

<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>