[Aşağıdaki metin, ülkemizde Sabah Tufanı ve Kuledeki Rüzgâr adlı eserleriyle tanınan devrimci yazar Han Suyin’in vefatının ertesinde Joshua Moufawad-Paul tarafından kaleme alınmıştı. Han Suyin’in bu dünyadan ayrılışının onuncu yıldönümü sebebiyle Patika Kitap tarafından Türkçeleştirilen metni okurlarımızla paylaşıyoruz][1]
Joshua Moufawad-Paul
Birkaç gün önce, 2 Kasım’da, Han Suyin yaşamını yitirdi. Ana-akım gazetelerde, âdet gereği birtakım vefat yazıları yayımlandı. Fakat bunları saymayacak olsak, Han Suyin hatırlanmaksızın göçtü gitti aslında. Daha nice devrimci kadın gibi. Bir zamanlar kalemine dikkat kesilmek zorunda kalan dünya, artık onu çoktan unutmuştu…
“O kimdi yahu?” diye soranlar olacaktır. Popüler kültür onu, vaktinde yazdığı “Aşk Güzel Şeydir” romanından ilhamla çekilen 1955 tarihli film ile, bunun ilham verdiği pop şarkısı ile ve bu filmin yaygınlaştırdığı o berbat, klişe söz ile hatırlayacaktır: “Aşk Güzel Şeydir.”
Ne var ki, “aşk güzel şeydir” gibi basmakalıp laflar edenlerin Han Suyin’i ya da onun temsil ettiği değerleri bilip bilmedikleri fazlasıyla meçhuldür. Ki Han Suyin, çok gençken yazdığı bu romanın bir şekilde beyaz perdeye uyarlanışının, söz konusu filmin ilham olduğu o saçma sapan pop şarkısının ve oradan türetilen basmakalıp lafların çok çok daha ötesini temsil ediyordu.
Çünkü Han Suyin, zamanında, Çin Devrimi’nin savunucularındandı. Doğduğunda ismi Elizabeth Rosalie Chou idi; annesi Avrupalı olduğu için ülkesinde “Avrasyalı” diye anılıyordu. Ve Mao’nun önderlik ettiği Çin Devrimi’nin şafağında doğmuştu. Zamanla, devrimin Batı’daki başlıca edebi temsilcilerinden biri hâline gelecekti. Tıp alanında tahsil görmüştü; fakat Devrim’in gelişim seyri onu bütünlüklü bir şekilde politikleştirmiş, Mao Zedong’un ve Çin Devrimi’nin tarihçesini yazmaya sevk etmişti. İngilizce anlayan dünya karşısında Devrim’i, ta en başından Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne dek savunmuştu.
1970’lerin sonlarında, dünya çapındaki birçok komünist gibi, Deng Xiaoping önderliğindeki Çin’in devrimi sürdüreceği ve Çin’in kapitalist bir güzergâha girmediği fikrine ortak olmuştu. Fakat bir süre sonra, Çin’in devlet kapitalizmi yolundan rahatsız olmuş ve “emekliye” ayrılmıştı. Avrupa’da sürgün vaziyette, neredeyse unutulmuştu. 1990’ların ortasında, gerek Batı’da gerekse Çin’deki ana-akım anlatıya karşı çıkacak bir Zhou Enlai Biyografisi kaleme almış, bu kitabın sayfaları dâhilinde bir kez daha Kültür Devrimi’ni savunmuştu. Ama bu noktada, mahkûm edildiği bilinmezlik kuyusu çoktan mühürlenmiş, kitabı görmezden gelinmişti. O kitaptan sonrası ise büsbütün suskunluktu. Ve artık, Han Suyin yok…
Yazdığı romanlardan ve biyografilerden daha önemli olan ise, kendi siyasal gelişimini o zamanlar süregitmekte olan Çin Devrimi üzerinden anlattığı beş ciltlik anılarıdır. Bu kitap serisinde kişisel olan siyasi, siyasi olan da kişiseldir. Mao’nun önderliğinde gelişen Devrim’i, Kültür Devrimi’nin sonuna dek belgeleyen bu çalışmasında aktardığı öznel deneyimleri, devrimin bir kaydı ve savunusu niteliğindedir; ancak aynı zamanda bu, uzun erimli bir edebi özeleştiridir. Anılarında, daha yaşlı bir Han Suyin, daha genç küçük burjuva Elizabeth Chou’yu eleştirmekte, bununla birlikte dünya tarihini sarsan süreçlerin gölgesinde onun ufacık ve sınırlı deneyimlerini değerlendirmektedir.
Üçüncü cildi (Kuşların Gittiği Yaz) yayımlandığında bu anılar, The Observer tarafından “yazımı süregiden bir şaheser” olarak nitelendirilmişti. Fakat 1990’lara gelindiğinde eserin baskısı çoktan tükenmişti. Yirmi birinci yüzyıla gelindiğinde ise antikomünizm yeniden kudurmuş, kapitalistler “tarihin sonunu” ilan eder olmuşlardı. Yayıncılar, Mao’yu ve Çin Devrimi’ni savunacak herhangi bir kitaba dokunmak bile istemiyordu artık. Bunun yerine Jung Chang’ın Yaban Kuğuları gibi gerici ve rezil, edebi beceriksizlik ürünü anılar revaçtaydı. Han Suyin’in anıları da hâliyle bu geri “yara edebiyatına” karşıttı, lanetlenesiydi. Edebi değeri ne olursa olsun, hiçbir yayıncı Kültür Devrimi’ni savunan kitaplar basmak istemiyordu; bizzat yazarı, bu süreçte “küçük burjuva” olduğu iddiasıyla saldırıya uğramış olsa da. Hiçbir yayıncı, kitaplarından birine şu sözlerle başlayan birinin anlatacaklarını kâğıda basmak istemiyordu:
“Sene 1967, Marsilya’nın Canebiere Caddesi’nde durmuşum… Bir kez daha, 1938’de tastamam aynı yerde dikilen, o bencil ve zırcahil yirmilik kızı, Rosalie Chou’yu düşünüyorum; yağmur çiseliyor yüzüne. Geçmişten gelen bir hıçkırık, dünlerimizden esip de tastamam bugünü tercih edercesine esen bir rüzgâr… ‘Bireysel başarı’ denen fikrin alicenap soytarılığının ötesine geçme ihtiyacına duyulan açlık, bir kez daha gürlüyor. Yeni, çok daha büyük, çok daha zorlayıcı bir savaşın eşiğindeyiz artık. Fakat bugün Doğu, kızıldır. Gelecek, bugünümüze sirayet etmiş, daha gelip çatmadan onu dönüştürmüştür. Dün Çin’de başlayan bugünü, dünya sürdürecektir. Çiseleyen yağmurun adı, devrimdir: Dünya Devrimi.” (Kuşların Gittiği Yaz, 9).
1968’de Daily Telegraph, Han Suyin’in anılarının “bundan sonraki iki kuşak boyunca, yirminci yüzyılın temel belgeleri olarak” okunmaya devam edeceğini söylüyordu. Ve fakat, gelin görün ki, artık bu kitaplar büyük oranda unutulmuştur. Gelinen noktada, dünyanın Jung Chang’ları, dünyanın Han Suyin’lerini yerinden etmiştir. Artık ilkinin anılarının, her nedense, ikincisininkinden daha meşru olduğunu düşünmemiz beklenmektedir. Deng Xiaoping darbesini yaptı, Han Suyin ise İsviçre’ye çekildi, unutuldu. Jung Chang ve şürekası ise Batılıların devrimci Çin hakkındaki tüm görüşlerini teyit eden gerici anılarını yazmaya devam ediyorlar.
Han Suyin’in anılarına ilk denk geldiğimde, başta, ikinci cildini satın almıştım (ki hâlâ bence en iyisidir, ama kim bilir, belki ilk okuduğum olduğundandır). Ve anlattığı şeylerin ne kadar güncel göründüğü karşısında dehşete düşmüştüm. Bundan birkaç sene önce de, Winnipeg’deki bir konferansta Han’ın, vaktini çok çok aşarak, post-kolonyal teorinin tüm kaygılarını ifade ettiğini ancak bunu yaparken de komünizmin sözüm ona “bütünsel” anlatısına sahip çıktığını, bu yüzden de devrimci tarih yazımı tarafından tekrar sahiplenilmesi gerektiğini savunmuştum. Han Suyin, vaktinden evvel, oryantalizmi kavramış, kuramlaştırmayı denemişti; Doğu’nun Batılılarca dişileştirilmesini ve bu söyleme içkin olan tecavüz anlatısını tartışmıştı; kültürel aidiyetin parçalanmışlığı üzerine fikir yürütmüştü (yarı Çinli, sözüm ona “yarı kast”tı ve bunun kimliği açısından ne anlama geldiğine kafa yoruyordu); beş ciltlik bir öz-etnografi kaleme almıştı… Tekrar basıma hayli layık olan tüm bu çalışmalarında da, Mao’nun önderliğinde gelişen Çin Devrimi’nin dünyayı sarsan önemini savunmuştu.
Öyle ki, kaleme aldığı ikinci Mao biyografisi, Kuledeki Rüzgâr, benim arkadaşlarımdan biri tarafından (biraz hakaretamiz bir şekilde) bir “Mao evliyanamesi” olarak nitelendirilmişti. Ancak günümüzde hüküm süren antikomünist, anti-Maoist ortamda şunu sormadan edemiyorum: Bu illaki de çok kötü bir şey midir? Yani, neticede, bilgi dediğimiz şey, sınıflar mücadelesi değil midir? Bu uğurda gerek “aşağıdan” gerekse “yukarıdan” biyografiler ve tarihler üretilmeyecek midir? Bu düzlemde de, tam anlamıyla “akademik” yahut “tarafsız” olmak mümkün değilse, o hâlde, devrimci bir kalkışma anında belli bir saf tutmak, bilinçli bir devrim savunucusu olmak daha doğru değil midir? Her şeyden önemlisi de, Han Suyin’in, kendi siyasi yetersizliklerinden ötürü Kızıl Muhafızlar tarafından saldırıya uğradığı anları da tartıştığı, son derece kişisel ve özeleştirel anılarında bile Mao’yu ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni savunmuş olması önemli değil midir? Ama işte neyse… Her neyse ne, bu kitapların artık baskısı yok. Han Suyin de artık yok.
Kitaplarının çoğunun baskısı tükendiği için Han, büyük ölçüde, “Aşk Güzel Şeydir” adlı, komünist olmadan önce kaleme aldığı o yarı-otobiyografik romanla hatırlanacak. Daha beteri de onun kurguya aktarılmış şahsını, yüzü gözü fazlasıyla makyaja boyanmış beyaz bir kadının canlandırdığı film ile hatırlanacak (çünkü o zamanlar Hollywood’da beyaz olmayan aktrislere izin verilmiyordu). Yani, ırklar arası aşkın karmaşıklığına dair romanının bir Hollywood romantik filmine çevrilmesi şahsında hatırlanacak.
Fakat biz komünistler, Han’ı dünya tarihsel devrimin bir savunucusu olarak, Batı’daki burjuva okurlarına bile Çin Devrimi’ni anlaşılır kılmak için on yıllarını feda eden biri olarak hatırlamak zorundayız. Onun yazdığı tarihi, anılarını, sahiplenmenin yolunu bulmak zorundayız. Şu İki Kasım’da, kimi sözüm ona komünistlerin pek umursadığı bir burjuva diktatörlüğünün temsilcilerinin seçimi arifesinde, bilinsin ki, dünya komünizm tarihinin önemli bir savunucusu can vermiştir.
*
Han Suyin’in eserlerini okumak isteyenler için şu kitapları önereceğim: Fani bir Çiçek [A Mortal Flower] (anılarının ikinci cildi); Kuledeki Rüzgâr (Mao ve Çin Devrimi’ne dair biyografik tarihsel romanlarının ikincisi); Büyücü [The Enchantress]. Bu kitapların hepsinin baskısı tükenmiştir. Fakat ikinci el kitap sitelerinde bunları bulabilirsiniz. Ben hepsini ucuza bulabildim.
Joshua Moufawad-Paul – 2012
[1] Metnin İngilizce Orijinali: http://moufawad-paul.blogspot.com/2012/11/obituary-han-suyin.html#:~:text=Several%20days%20ago%2C%20on%20November,pay%20attention%20to%20her%20literature.